Kişisel

Mutluluğa Dair

Mutluluğa Dair

“Düşünen insanın en güzel mutluluğu, anlayabileceğini araştırmak ve akıl erdiremeyeceğini olduğu gibi kabul etmektir” demiş Goethe. Koskoca hayatı kısacık bir cümleye sıkıştırmış büyük düşünür bu sözüyle. İnsan denilen varlık hayatın anlamsız karmaşaları içerisinde düğümlenip kalıyor çoğu zaman ve netice de kah unutarak kah da olduğu gibi kabul ederek hayatına devam ediyor. İşte bu nedenle bugün sizlere şiddetle okumanızı tavsiye ettiğim bir yazar olan Loren Seibold’ın büyükler için yazmış olduğu çağdaş bir masalı paylaşacağım.

Bir zamanlar bir tepenin üzerinde, villada bir çocuk yaşarmış. İyi de yaşarmış. Köpekleri, atları, otomobilleri ve müziği çok severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış.

Bir gün Tanrı’ya “Büyüdüğüm zaman neler istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp” demiş.

“Neler?” diye sormuş Tanrı.

“Büyük bir evde yaşamak isterim. Ön kapısında heykeller olsun. Arka kapısında iki St. Bernard köpeği. Uçsuz bucaksız bir bahçe içinde. Uzun, çok güzel ve çok müşfik bir kadınla evlenmek isterim. Siyah saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı tatlı şarkılar söyleyen.

Üç güçlü oğlum olsun isterim ki, onlarla futbol oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adamı, öteki senatör, üçüncüsü de milli futbolcu olsun.

Ben bir seyyah olayım. Okyanuslara yelken açayım, dağların zirvelerine tırmanayım, insanları kurtarayım.

Bir de Ferrarim olsun.” demiş çocuk

“Ne güzel bir hayal bu, mutlu olmanı dilerim” demiş, Tanrı.

Bir gün oğlan futbol oynarken ayağını incitmiş. Ondan sonra değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz olmuş. Okyanuslara yelken açmak da hayal olmuş tabii. Bunun üzerine pazarlama okuyup, tıbbi malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş.

Bir kızla evlenmiş, çok güzel ve çok müşfik. Ama uzun değil kısaymış. Saçları siyahmış ama, gözleri mavi değil, ela imiş. Gitar çalamaz, şarkı söyleyemezmiş ama harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış.

İşi dolayısı ile bir villada değil, kentte bir apartmanın teras katında oturmak zorunda kalmış, ama evinin deniz manzarası gene de harikaymış.

İki St.Bernard besleyecek bahçesi yokmuş ama, evinde harika tüylü bir Ankara kedisi varmış.

Üç kızı olmuş. En küçükleri tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama en güzelleriymiş. Üç kız da babalarını çok severlermiş. Onunla futbol oynayamazlarmış ama birlıkte denize, parklara giderlermiş. Uçurtma uçurdukları da olurmuş, bazen. En küçükleri hariç tabii. O gölgede bir ağacın altında oturur, gitarı ile şarkılar söylermiş.

İyi para kazanmış ama öyle kırmızı bir Ferrarisi olmamış.

Bir sabah uykudan üzüntü içinde uyanmış ve en iyi arkadaşına koşmuş…

“Ben hiç mutlu değilim” demiş.

“Neden?” sormuş arkadaşı.

“Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim. Oysa karım uzun değil, ela gözlü, gitar da çalamıyor.”

“Karın çok güzel” demiş, arkadaşı. “Harika resimler yapıyor, enfes yemekler pişiriyor üstelik.”

Adam dinlememiş bile onu.

Bir gün karısına “Hiç mutlu değilim” diye dökmüş içini.

“Neden?” diye sormuş karısı

“Çünkü büyük bir bahçe içinde bir villada yaşamayı düşlerdim, oysa 47. katta bir apartman dairesine tıkıldım. İki St. Bernard’ın yaşayacağı bir bahçem olsun isterdim, hani nerede.”

“Konforlu bir apartmanda yaşıyoruz” demiş, karısı. “Oturduğumuz yerden okyanus görünüyor. Üstelik gülüyor, eğleniyor, birbirimizi seviyoruz. Kedimizi okşuyor, güzel kuşların resimlerini yapıyoruz. Üç de harika çocuğumuz var.”

Adam dinlemiyormuş bile.

Ruh doktoruna koşmuş bir gün.

“Ben mutlu değilim” diye.

“Niye?” demiş, doktor.

“Çünkü ben bir gezginci olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim. Oysa masa başı işim ve sakat bir dizim var şimdi.”

“Ama sattığın tıbbi malzemeler yığınla hayat kurtarıyor” demiş, doktor…

Adam dinlememiş bile. Doktor da ona 100 $ vizite yazıp yollamış.

Bir gün muhasebecisine “Ben çok mutsuzum” demiş.

“Neden?” demiş, muhasebeci.

“Bir kırmızı Ferrarim olsun isterdim hep. Ve dünya umurumda olmasın. Oysa işe metro ile gidip geliyorum. Bir yığın da sorunlarım var.”

“İyi giyiniyor, en iyi restoranlara gidiyorsun. Bütün Avrupa ve Amerika’yı gezdin” demiş, muhasebeci.

Ama adam onu da dinlememiş. Muhasebeci adama 100 $ danışma ücreti fatura edip yollamış.

Onun da hayalinde kırmızı Ferrari varmış çünkü.

Adam, rahibe “Çok mutsuzum” demiş.

“Neden?” diye sormuş rahip.

“Üç oğlum olsun isterdim. Biri politikacı, biri bilim adamı, biri sporcu. Oysa üç kızım oldu. Birisi yürüyemiyor bile.”

“Ama çok güzel ve çok zeki üç kızın var” demiş, rahip. “Seni çok seviyorlar. Başarılı da oldular. Biri hemşire, biri sanatçı, biri de müzik hocası.”

Ama adam onuda dinlememiş.

Öyle mutsuzmuş ki hasta olmuş sonunda. Bir beyaz hastane odasında, etrafı beyaz giyinmiş hemşirelerle dolu yatıyormuş. Vücuduna bağlı teller hastaneye kendi sattığı kalp cihazına gidiyor, kollarına bağlı serumlarla besleniyormuş.

Fena halde mutsuzmuş adam şimdi. Ailesi, dostları ve rahibi yatağının başına toplanmışlar. Onlar da üzüntü içindeymiş.

Mutlu olanlar sadece ruh doktoru ile muhasebecisi imiş.

Bir gece adam hastane odasında Tanrı ile yalnız kaldığında “Tanrım” demiş.

“Hatırlar mısın, çocukken sana yalvarmış ve istediklerimi sıralamıştım.”

“Hatırladım, güzel bir hayaldi” demiş, Tanrı.

“Peki, niye onların hiç birini vermedin bana” demiş, adam.

“Verebilirdim” demiş, Tanrı.

“Ama sana istemediğin şeyleri vererek bir sürpriz yapmak istedim.”

“Bak neler verdim sana. Güzel, sevecen bir eş, iyi bir iş, yaşanacak güzel bir ev. Üç tatlı kız evlat. Bir araya getirdiğim en güzel yaşam paketlerinden biriydi bu.”

“Evet” demiş, adam.

“Ama bana benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandım.”

“Ben de senin, benim gerçekten istediğimi vereceğini sandım” demiş, Tanrı.

“Sen ne istedin ki” demiş, adam hayretle.

Tanrı’nın da bazı şeyler isteyeceğini hiç düşünmemiş hayatında.

“Sana verdiklerimle mutlu olmanı istemiştim” demiş, Tanrı.

Adam karanlık odasında sabaha kadar düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. Yıllar önce kurduğu hayalin yerine “Keşke bunu hayal etseydim” dediği bir hayal.

Bu defaki hayalinde, zaten sahip olduğu şeyler varmış hep.

Adam kısa zamanda iyileşmiş, 47. kattaki dairesinde çok mutlu yaşamış. Kızların şen şakrak sesleri, eşinin derin ela gözleri ve harika kuş resimleri arasında mutlu olduğunu hissedermiş bütün gün.

Geceleri de okyanusa yansıyan kentin ışıklarının dalgalar üzerinde oynaşmasına bakar, gülümsermiş.

Okuduğunuz masalı günlük olağan gezintilerim sırasında internette rastladım.  Hayata dair çok önemli şeyler barındırdığı için sizlerle paylaşmak istedim.

Ve son olarak yazımı Edward de Bono’nun şu güzel sözüyle bitirmek istiyorum.

“Geçmişi analiz edebilirsiniz, geleceği tasarlayabilirsiniz.”

Yazar Hakkında

Melih Güney

12 yıllık mesleki yaşantımda turizm ve sağlık sektöründe pazarlama ve marka yönetimi üzerine çalışmalarda bulundum. Şu an Yeni Yüzyıl Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi’nde Dijital Pazarlama Yöneticisi olarak görev alıyorum. Aynı zamanda İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Sosyal Medya üzerine dersler veriyorum.

1 Yorum Bulunuyor

Yorum Yap